O, kazanılacak bir şey değildir. O vardır. Hep. Her zaman. Her koşulda. Yaşanamıyorsa yok olan, “onla, bunla, şununla savaşmalıyım” diyen insandır o anda.
İnsan sevgiyi kendi inançlarına göre deneyimler, yaşar ya da yaşayamaz. Bu da dışarısı ile ilgili değil, içerisi ile ilgilidir. Öncelikle var olmayı /sevgi olabilmeyi gerektirir. Sevgi olmak, kendi gerçeğine dönüş, kendini bilmek, kendi içinde ikilikten birliğe geçmek ve ancak işte o zaman kendini sevmek, sevgiye içte ulaşmak ile olur. Yani kısaca, sen olmayan herşeyden, o sen ZANnettiğin herşeyden soyunmakla. O atılacak kabuk, içinden çıkılacak hapis, çakma kimliğindir işte. Herşey ile ilgili savaşması gerektiğine inanan sahte benlik. Yaşamda alabilmesi için hep mücadele ve savunma arasında dalgalanan, bir türlü huzur bulamayan. “Eksik var mücadele et, eldeki kayıp olabilir aman savun!” Sözde hep huzur arayan huzursuzluk müptelası. Sen o değilsin. Dönüşüm, düşüncelerinle yaptığın o korkuluğu kırıp içinden sıyrılmaktır. Kendine özgürleşmek, kendine gelmektir. Huzur orada yaşanabilir ve işte orası sevgide olmak, sevgiyi solumak yani gerçekten nefes almaktır. Huzura gelmektir. Şükrün kalpten dile gelmesidir. O zaman görürsün ki herkes ile, herşey ile her ilişkinde sevgi zaten hep vardır. Sadece sevginin en baş kuralı anlaşılmalıdır: Sevgi, sevgi olmayan ne varsa onu şifalandırandır, bunu da yaklaşmalar, uzaklaşmalarla işletir. “Ancak var olursan kavuşabiliriz” kanunu ile işler yaşam. Bu her an işleyen temel kanunudur sevginin. Yokluğunun acısı ile ancak yolu bulabilecektir insan. Gerçek, hep çağırır. Yok olanın sahte mücadelelerini bırakarak, her adımda gerçeği seçmesini destekleyen, kavuşma çağrısı yankılanır her an. Çağrıyı duyuyor musun?
Sevgi vardır. Var mısın?